03
Masih’in çiçeği
Masih’le tanıştığınızda, muhtemelen güleryüzünden hemen sonra dikkatinizi çeken şey, saçına yandan iliştirdiği çiçeği olur.
Geçen kış Amsterdam’da tanıştığımızda benim de ilkin, bereketli bukleleri arasına ekilmiş o kocaman çiçeğe takıldı gözüm… Belli ki, ışık görmesi, rüzgâr girmesi yasaklanmış gür saçlarının direniş simgesiydi o… Başını örtmesini emredenlere inat, başında taşıdığı hürriyet bahçesi…
Ülkesi İran’ı terk ettiğinden beri, İranlı kadınları bir örtüye kilitleyen yobazlığa karşı mücadele ediyor Masih Alinejad… Örtünmeye değil, bunun zorunlu olmasına karşı çıkıyor. Sosyal medya hesaplarına (Twitter (Si apre in una nuova finestra) / Instagram (Si apre in una nuova finestra)) girip bakarsanız göreceğiniz gibi, bir kadın isyanına sözcülük yapıyor. Başını açtı diye ahlak zabıtalarının çevirdiği, erkeklerin örselediği, yasaların hapsettiği kadınlar, onun sayfalarından “Benim bedenim, benim kararım” diye ses veriyor.
Kitabında okudum sonradan; ülkesinden uzakta, kiraz ağaçlarının çiçeklendiği bir sabah, baharı doyasıya hissetmek istemiş; örtüsünü açıp saçlarını rüzgâra salıvermiş. Bu fotoğrafı Facebook hesabında paylaştığında o asi rüzgâr, ülkesindeki diğer kadınları da kışkırtmış. Pek çok örtülü kadın, onun gibi saçlarını yele salmış.
Masih; bugün de ülkesini teslim alan karanlıkla savaşırken kocaman açıyor gözlerini
Bu cesaretin kaynağını sorduğumda çocukluğundan kalma bir öykü anlattı bana:
Kuzey İran’da, büyüdüğü küçük, yoksul kasabada, altı çocuk bir odada yaşar, yer, uyurlarmış. Tuvalet, evin dışındaymış; gece çişe gitmek kâbus… Annesi, karanlıktan korkmaması için ona bir öğüt vermiş: “Karanlık, ancak ondan korkarsan yutar seni… Karanlıkta gözlerini kocaman aç ve onunla yüzleş.”
Bu çocukluk öğüdünü hayat düsturu edinmiş Masih; bugün de ülkesini teslim alan karanlıkla savaşırken kocaman açıyor gözlerini; karanlığı korkutuyor. Tahran rejimi, sürdürdüğü kampanyadan o kadar rahatsız olmuş ki, sürgünde birkaç kez kaçırmaya kalkışmış onu… Şimdi nereye gitse, korumalar peşinde; ama o, yine hiç sakınmadan söylüyor sözünü…
Londra sokaklarında kiraz ağaçları ve Masih’in dağılan saçları…
Sürgünler, acısından tanır birbirini; yaralı yerinden kaynaşır. Biz de tanışır tanışmaz, aynı hasretle dağlanmış iki kardeş gibi söyleştik.
Onun İran’ı mollaların eline geçmişti; benim Türkiye’m o mollalara özenenlerin… Uzak düştüğümüz komşu yurtlarımızdan konuştuk bir süre; geride bıraktığımız ana babalarımızdan; istikbale dair kaygı ve umutlarımızdan… Onun, bütün toprağından sökülmüşleri bir araya toplama çabalarından…
Sürgün, nereye gitse, ülkesiyle ilgili önyargılar da gelir peşinden…
Biz konuşurken bir garson şarap servisi yapıyordu; bizim masaya gelince hafif duraladı; “Müslüman ülkeden gelenler şarap içer miydi” acaba? Yemekte konukların geleneğine aykırı bir menü var mıydı?
Sürgün, nereye gitse, ülkesiyle ilgili önyargılar da gelir peşinden… Oysa bir kısmı, ülkesinde dayatılan feodal kültüre karşı bayrak açmış, fanatizme karşı özgürlük için savaşmış, bu yüzden dışlanmış, cezalandırılmış, toprağından kopmak zorunda kalmıştır. Ama gittiği yerde de kurtulamaz o bağnazlığın boyunduruğundan… Ülkesinde olduğu gibi, gittiği yerde de yabancıdır. Bu kez de bir algı duvarına çarpar. Kaçıp geldiği “kültür”, üzerine yapıştırılır.
“Sizin kültürünüz” klişesi boynuna dolanır nereye gitse… “Benim kültürüm değil o, ülkemi teslim alan gericiliğin kültürü… Ben de ona karşı çıktığım için buradayım” der, dinletemez.
Masih, en çok Tahran’a resmi ziyarete giderken örtünen kadın siyasetçilere kızıyor: Bunun mollalara taviz olduğunu, baskıya meşruiyet sunduğunu savunuyor. Bu Batılı kadınların, İran’da verilen özgürlük mücadelesinde, yanlış safta olduklarından yakınıyor.
Siyasi sürgünler, bu çarpık kültür algısı konusunda önemli rol üstlenebilir.
Benzer bir yaklaşımı ben de Almanya’da gözlüyorum. Köln’e Avrupa’nın en büyük camiini yapıp Erdoğan’a açtırmakla öğünürken “kültürümüz”e büyük katkı yaptıklarını sanıyorlar. “Keşke yanına aynı büyüklükte bir kültür-sanat merkezi ya da sürgün eserlerinden oluşan bir kütüphane yaptırsaydınız” dediğimizde şaşıyorlar. Müslüman kız çocuklarının yüzme kurslarına gönderilmemesine göz yuman okul yönetimleri, “Onların kültürü öyle” zannını demokrasi adına savunuyor. Aksini söylemenin “İslamofobi” sayılmasından korkuyor.
Siyasi sürgünler, bu çarpık kültür algısı konusunda önemli rol üstlenebilir. Dinci dayatmalara karşı çıkmanın ille islam karşıtlığı anlamı taşımadığını, “kültüre saygı” diye savunulan şeyin demokrasiyle alakası olmadığını, tersine her tavizin, özgürlük mücadelesini baltaladığını anlatabilir. Bazı Batılıların “İslamofobik görünme” kaygısının, onları siyasi İslam’la aynı çizgiye düşürme riskine dikkat çekebilir.
Batılı kadın bakanlara, “Mollaların karşısında örtünmekle, bizim verdiğimiz mücadeleyi gölgeliyorsunuz, zorunlu örtünme baskısını meşrulaştırıyorsunuz” diyen Masih’e kulak verin.
Ve o konuşurken, kulağına iliştirdiği çiçeğe iyi bakın; kökünden söküldüğü halde hala taptaze açan bu çiçek, yenilmezliğin simgesi aslında…
Yazar, gazeteci ve kadın hakları savunucusu Masih Alinejad İran’da 1976’da doğdu. Henüz on sekiz yaşındayken İslam Cumhuriyetine muhalif yazılarından dolayı hapse girdi. Tutuklanmamak için İran’ı 2009 yılında terk etti ve halen New York’ta yaşıyor. Yayınlanmış kitapları arasında Saçımdaki Rüzgar adlı anı kitabı da var. Facebook’taki My Stealthy Freedom (Si apre in una nuova finestra) sayfasına binlerce kadın, başını açmış fotoğraflarını yollamakta. Alinejad Cenevre’deki İnsan Hakları ve Demokrasi Zirvesinde Kadın Hakları Ödülünü kazanmıştır. İran İstihbaratı, 2021 yılında Alinejad’ı evi ile Brooklin sahili arasında kaçırmaya kalkıştı.
Masih Alinejad’ın kampanyalarını takip etmek için: #MeninHijab, #WhiteWednesdays, #WalkingUnveiled and #MyCameraisMyWeapon
More information @ https://www.masihalinejadmedia.com (Si apre in una nuova finestra)