Skip to main content

01

Tükenmez kalem

İngilizcede “biro” denilen nesnenin adı, Türkçede “tükenmez kalem”dir. Sanırım içindeki mürekkep tükendiği halde, kalemin ana gövdesi kaldığı için öyle denmiştir. Severim bu ismi; çünkü bana, elimdeki aletin sonsuz güce sahip bir sihirli asa olduğu duygusunu verir. Sanki hiçbir baskı, hiçbir yasak, hiçbir engel, onun gücünü tüketemeyecektir. Oysa benimki gibi ülkelerde mürekkebi tükenmediği halde yazamayan kalemler vardır: Yazdıkları şeyler, iktidarın gözünde “tehlikeli”dir, “suç”tur, “günah”tır çünkü… Yazanı, mahkemeye, hapse, sürgüne, ölüme sürükler; ya da susturur, işinden eder.

Hayatım boyunca yazmak dışında iş yapmadım ben… Ak kâğıt üstüne karaladığım siyah harflerle geçindim hep… Haber yazarak başladım; yorumlar, kitaplar yazdım sonra; şarkı sözleri, senaryolar, librettolar, oyunlar, şiirler… Parmaklarım geçen asırdan bu yüzyıla, daktilodan bilgisayara geçişe tanıklık etti. Gün geldi, dünyayla bağımın kesildiği bir hücrede, yeniden eski dostum tükenmez kaleme dönmek zorunda kaldım. Tükenmediğine şükrettim.

İlişkimiz hep iyi oldu o kalemle; iş bulmamı da ona borçluyum; eş bulmamı da… Yıllarca ekmeğimi verdi; karnımı doyurdu. Ödül törenlerine de götürdü beni, hapishaneye de… Bugün sürgündeysem, yine onun yüzünden…

Yeryüzünün bazı köşelerinde, tükenmez kalemle anıtlar dikersiniz kendinize; bazılarında mezarınızı kazarsınız yazdıkça… Her yazdığınız satır, biraz daha derinleştirir çukuru; ama duramazsınız; tükenmezdir o…

Dönüp bakıyorum şimdi: Bazen öfkelenmiş kalemim, bazen duygusallaşmış; kâh şahlanmış, kâh durgunlaşmış. Ama susmamış hiç…

Beş yıl önce, sadece ülkemden değil, dilimden de sürüldüm. 40 yıldır aralıksız yazdığım ülkede, yazılarımı basacak bir gazete yok; kitaplarımı yayınlayacak bir yayınevi de… Ama geçtiğimiz asrın sürgünlerine kısmet olmayan bir imkân var bugün elimizde: Internet denilen bir bilgisayarlar ağı, “tükenmez” bir iletişim fırsatı sunuyor bize… Ekrana yazdığım siyah harfler, yeraltında görmediğim kablolar ya da bulutlar üstünde görmediğim frekanslar aracılığıyla dağılıyor yeryüzüne… Sınırları, engelleri, barikatları aşıyor, okuruna ulaşıyor. Bir dönem uçaktan atılan bildiriler gibi, düşünce polislerinin şaşkın bakışları arasında, düşüyor uzak ekranlara… Yazı, kâğıt üzerindeki krallığını ekrana taşıyor. Kâğıda gücü yeten zorbalar, ekranı karartmakta zorlanıyor.

Yazılarımız gazete kâğıdı üzerindeyken, okurlar bir süpermarkete girmiş gibi gelir, farklı raflarda bizi arar, bulur, okurdu. Şimdi raftakilerin bir kısmı, kendi dükkânını açtı. Burada peşpeşe katlanan sayfalar yok; okurla aramızda patronlar, yayın yönetmenleri, editörler, dizgiciler, düzeltmenler, sık sık işimize karışan yetkililer yok.

İşte nihayet okurlarımızla başbaşayız.

Bu yazı bittiğinde bir tuşa basacağım ve doğrudan sizlerle buluşacağım. Bir mektup mahremiyetinde; ama herkesin gözü önünde…

Bol sayfalı bir gazetenin arka raflarından birinde ya da bir derginin reklam sayfaları arasında değiliz artık… Size bir tık mesafesindeyiz.

Yalnızlaşmış görünüyoruz değil mi? Değil.

Evet, takım oyunundan, bireysel sporlara geçtik; ama şimdi daha bağımsız, daha özgürüz ve okurumuzla mektuplaşır gibi, aracısız, birebir ilişki içindeyiz.

Yazının cazibesini, gücünü, eşsizliğini kanıtlama vakti şimdi… Çünkü bir gazeteyi değil, bir yazarı ya da onun yazısını seçeceksiniz. Beğenirseniz okumaya devam edeceksiniz. Belki yine, daha iyi, daha çok yazabilsin diye destek vereceksiniz. Yazarın bir patrona ihtiyaç duymaması için, onun gönüllü finansörlerinden biri olacaksınız. Maaşı, okurlar tarafından ödenen yazarlar çağına hoşgeldiniz.

Bir avuç despotun, halkları susturmaya çalıştığı devirde, her şeyi riske etmeye hazır olanların, “Bize de ses ol” diyenlerce desteklendiği yeni bir dünya… “Düşünce özgür olsun” sloganı altında buluşan okurların oluşturduğu devasa bir aile… Susturulmuş, kovulmuş, hapsedilmiş, sürülmüş yazarlar için ne büyük imkân…

Söyleyecek sözü olanlara, şahsi kürsüler sunan bu zeminde, her tür yasağa inat, kalemin tükenmezliğini kanıtlamaya çalışacağım bundan böyle… Ayda iki kez, sürgünden, sürgünlerden, toprağından sökülmüş olmanın yarattığı sorun ve imkânlardan bahsedeceğim.

1 comment

Would you like to see the comments?
Become a member of Sürgün | Kökünden Sökülenleri Yazıyor to join the discussion.
Become a member