Zum Hauptinhalt springen

05

Gözümüzün rengi

Dünyada ne olup bittiğini hiç izlemeyen bir Berlinli bile tren istasyonundaki yolcuların profilinden tahmin edebilir nerede, ne yaşandığını… Hauptbahnhof’un peronlarında, altı yıl önce, bir yangından canını kurtarmaya çalışan Suriyeli mültecileri görüyordunuz; geçen yıl onların yerini Afganlılar aldı. Bugünlerde istasyonda Ukraynalı mültecilerin telaşı var.

İstasyondakilerin teninin, gözünün rengi, isminin telaffuz şekli değişiyor; boyunlarındaki kolyede bazen haç, bazen hilal sallanıyor; ama gözyaşlarının rengi, bebeklerinin çığlığı hep aynı…

Dünyanın kanayan yerlerinden akın akın göçüyorlar; ellerindeki küçük bavullara sığmış hayatlarıyla, arkalarında yıkık şehirler ve hüzünlü yüzler bırakarak, bir meçhule seyahat ediyorlar.

Mültecilerin, gittikleri ülkelerde gördükleri muameleyi, kabaca “empati” ve “nefret” diye ikiye ayırabiliriz.

Bir yanda onların çilesini kendi acısı sayıp yardıma koşanlar var; evini açanlar, çocukları okutanlar, yaraları saranlar… Onların çabasını görünce, dünyanın geleceği adına umutlanıyor insan…

Öte yanda, her yeni geleni, kendi işi, ailesi, geleceği için tehdit olarak görenler var. Alıştıkları düzenin değişmesinden, “şehirdeki yabancı”nın hayatlarını altüst etmesinden korkuyorlar.

Ha bir de trendekilerin saç rengine göre empati gösterenler var.

İspanyol Vox partisinin lideri Santiago Abascal, “Ukrayna’dan kaçan savaş mağdurlarına kapıların açılmasını, ancak Müslüman kökenli göçmenlere sınırların kapatılmasını” istedi.

Bulgaristan Başbakanı Petkov ona katıldı ve Ukraynalı mülteciler için, “Bunlar alıştığımız mülteciler değil; Avrupalı insanlar” dedi:

“Öbürlerinin geçmişi belirsizdi, belki teröristtiler. Bunlar öyle değil. Bu yüzden tüm AB ülkeleri, onları karşılamaya hazırız.”

“Öbürleri”nden biri olarak bu hakareti üzerime alındım. Çünkü Türk adaleti gözünde ben de bir “terörist”im. Putin örneğinde çok net gördüğümüz gibi, “tek adam”a karşı çıkanlar, rejim gözünde “terörist” sayılır. 80 yıl önce faşizme karşı çıkan Bulgar direnişçileri de “terörist” diye damgalanmıştı. Bulgar liderinin “biz” diye söz ettiği “Avrupa Birliği”, bir daha böyle şeyler yaşanmasın diye kuruldu.

Ukrayna’nın işgali ve ardından hızla tırmanan savaş tehlikesi, henüz mülteci olmayanların da potansiyel mülteciler olduğunu ortaya koydu. Yeryüzünün hiçbir köşesi, insanlığın geri kalanının “Bana ne” diyebileceği uzaklıkta değil artık… Ve hiçbir duvar, bir ülkeyi, bir ittifakı, bir kıtayı, güvenceye alacak kadar yüksek değil. 

Muhtemel bir nükleer savaşta gözümüzün rengi, bizi korumaya yetmeyecek.

Çare, kapıları tamamen kapatmak ya da sadece göz rengi ev sahiplerininkine benzeyenlere açmak değil; sorunun çözümü, sorunu doğduğu yerde çözmekte… Yani despotik rejimlerle mücadelede, demokrasi ittifakını sağlamlaştırmakta…

Otokratlara verilen her taviz, yeni işgaller, yeni baskılar, yeni mültecilere davetiye anlamı taşıyacak. “Taviz” derken, Alman Şansölyesi’nin geçen haftaki ilk Ankara ziyaretinde, “demokrasiden önce güvenlik” yaklaşımıyla, Avrupa’nın en baskıcı rejimlerinden birini inşa eden Erdoğan’a verdiği türden tavizleri kastediyorum.

“Ya demokrasi ya güvenlik” formülü, ikisini de kaybettirir.

İlkelere sadakat, çifte standardın yerini aldıkça, insan hakları ve demokrasi ortak paydamız oldukça, tek adam rejimlerine karşı ittifak sağlandıkça yeryüzü huzur bulacak.

Ve ancak o zaman Hauptbahnhof’un peronları kederli mültecileri değil, neşeli turistleri ağırlayacak.

0 Kommentare

Möchtest du den ersten Kommentar schreiben?
Werde Mitglied von Sürgün | Kökünden Sökülenleri Yazıyor und starte die Unterhaltung.
Mitglied werden